Koşu sporuna hep özenmiştim. Kuşların özgürce uçması gibi gelirdi bana. Koşarken  insanların da kuşlar kadar özgür hissettiğini  düşünürdüm. Hatta ben yürüyüş yaparken,yanımdan koşarak geçenlerin   görünmez kanatları olduğunu… İstesem de hiçbir zaman koşamazmışım gibi gelirdi. “Evet, çok güzel görünüyor ama ben kesin yapamam 3. dakikada tıkanırım!”  diye düşünürken, bir yandan da Suha telaffuz dahi etmekte zorlandığım km’leri koşup aşıyordu. Ben de ona: “Nasıl yapıyorsun, sence ben 3-5 km koşabilir miyim,  nasıl başlayayım?” gibi sorularla  uzaylı muamelesi yapıyordum. (Ama benim gözümde öyleydi.) Onunsa cevabı -her zamanki mütevazı tavrıyla- hep aynıydı:  “Dilekçiğim, herkes koşabilir.”  Aslında haklıydı, ilkel zamanlardaki  insanlar yürüyüp koşup, avlanmamışlar mıydı? Koşmak da yürümek gibi doğamızda olan bir şeydi. Onun bu cümlesini zorlandığım zamanlarda hep tekrarladım. Yeri gelmişken koşuya başlamadaki “İlham Kaynağım Suha”ya teşekkürlerimi göndereyim.

            Peki, Nasıl Başladım?

Benim için spor, spor salonlarında yapılanlardan ibaretti.. Ancak pandemi hayatımızda bazı değişikliklere sebep oldu.  Ben de  bu durumu fırsata çevirip epeydir heveslendiğim koşuyu denemeye karar verdim.   Yürü-koş ile başladım. İlk kez 2 km’yi tamamladığımda acayip bir şey başardığım  sandım. Kendimi çok iyi hissettim. Sonra 3km, sonra 4 km derken mart ayında “Runatolia”da 10 km’lik bir yarışın olduğunu öğrenip heyecanlandım. Katılmaya karar verdim ve  yürü koş yaparak kilometreleri arttırdım.

Runatolia’ya eşim ve oğlumla gittik. Yolda giderken arabamız bozuldu ve yolda kaldık.Ama bu durum motivasyonumu etkilemedi çünkü kararlıydım: “Madalyayı alacaktım!” (Sanırım bu işin en önemli püf noktalarından biri kararlı olmak.)  Kiti alıp otele geldik ancak uyku tutrmuyor, farklı bir heyecan. Sabah hazırlanıp yarış alanına gittim. Orada koşu grubuyla gelenlere çok özendim. Fotoğraf çektiriyorlar, birbirlerine bol şans diliyorlar, çok keyifli görünüyorlardı. Dönüşte, “Ben de bir grup bulmalıyım.” diye içimden geçirdim.  Yarışa başladım, ilk defa böylesi bir kalabalıkla koşmanın şaşkınlığıyla yarışı  bitirdim.  Kaç zamandır aklımı kurcalayan: “Acaba bitirebilecek miyim? 10 km bu az buz değil!” gibi soruların tamamı cevaplanmıştı: “ İlk madalyamı almıştım!” Oğlumun boynuna madalyayı asarkenki  yüzünü “Bravo anne bravo!” deyişini asla unutamam. İnsanlık için küçük ama kendim için büyük bir adımdı.

Yarıştan sonra  kendimi hemen hemen her pazar Eymir’de buldum. Kulaklığımı takıp doğanın içinde koşmak meditasyon gibi gelmişti bana. Koşarken hayatı durdurmaya, bedenen yorulsam da ruhen dinlendiğimi hissetmeye başlamıştım.  Doğa her anlamda  insanı güçlendiriyordu. Runatolia’dan sonra doğum günümde kendime bir hediye hazırladım: “Eymir’de tam tur koşmak!”  İşte o an bir yaşıma daha girmiştim. Tıpkı  Aborjinlerin  doğdukları günü her sene kutlamak yerine;  hayatlarında farklı bir olay yaşayıp büyüdüklerini hissettikleri günü kutlaması gibiydi.

Tek başına koşmak güzeldi ancak   aklım grup halinde koşanlardaydı. Daha önceden koştuğunu bildiğim bir arkadaşımın ekibiyle birkaç kere  koştuk. Tam da o günlerde  Suha   bana yeni bir spor topluluğu için hazırlandıklarını söyledi: “Bold Union!” İsme bayıldım.  

8 Nisan günü Bold’un ilk koşusu vardı. Gittiğimde insanların keyifle sohbet ettiklerini, inanılmaz güzel  enerjileri olduğunu fark ettim. Sonraki haftalarda koşuları iple çektim.

Her koşuda yeni bilgiler öğreniyordum. Antrenmanlardan, yarışlardan bahsediyorlardı.  Herkesin dilinde bir “Uludağ Ultra Trail” yarışı vardı. Ben de 16k’lik parkuru gözüme kestirdim. Patika koşularıyla ilgili bilgilenmeye başladım. Değişik malzemeler vardı: “Trail yeleği, suluk, jel, …” gibi ilginç şeyler duyuyordum.  Grupça patika antrenmanlarına başladık, asfalttan farklı zeminlerde, farklı eğimlerde koştuk. Yol koşularından daha zor gibi gözükse de doğanın içinde olma fikri çok hoşuma gitmişti. (Bir de trail yeleğiyle ilginç bir bağ kurmuştum; giyince kendimi  süper kahraman gibi hissetmeye başladım.  Sanki bir oyunun içinde ilerliyor gibi geldi bana patika koşuları. )

Haziran ayında Uludağ Ultra Trail yarışı öncesi Ormana’da bir kamp olacağını öğrendim. İtiraf ediyorum ki korka korka gittim.  Ben daha yeni başlamış biriydim, onlara nasıl ayak uyduracaktım? Ama her şeyi tüm detaylarıyla düşündükleri için  endişe edecek hiçbir şey olmadığını gördüm. Hep beraber hem koştuk, hem eğlendik, dolu dolu inanılmaz güzel bir kamp geçirdik.

Derken temmuz ayında Uludağ yarışı geldi çattı. Ekip yarış öncesi dikkat edilmesi gerekenlerle (beslenme, uyku vs.) ilgili bilgiler verdi. İlk patika yarışıma hazırdım. 16k adeta masalsı bir parkurdu, o kadar keyifle koştum ve o kadar çok fotoğraf çektim ki -evet bunun çok yapılmaması gerektiğini sonradan öğrendim,  hiç bitmesin istedim. Yarış öncesi ve sonrası ekiple birlikte olmak, herkesin değişik yarış anılarını dinlemek ve başarıyı birlikte kutlamak harika bir deneyimdi.

Fark ettiğim bir başka konu da; bir yarıştan döner dönmez bir sonraki yarışın konuşulmaya başlanmasıydı. Ekim ayında olan  Cappadocia Ultra Trail konuşuluyordu. Hemen bir göz attım ki en kısa parkur; 38 Kilometre 1100 metre yükseklik kazanımıyla.  “Yoo, yoo dedim, size başarılar, zaten önümüz yaz, ben o kadar antrenman yapamam. Hem 16k’den 38’e çıkılmaz ki!” dedim ama aklım da kaldı tabii. Yazlık bavuluna ilk olarak koşu malzemelerimi koyduğumu fark ettiğimde kendi kendime: “Sana zehri vermişler Dilek” dedim. Yarış kaydımı henüz yapmamıştım ama aklımın bir köşesinde vardı. Yaz boyu bana sürekli subliminal mesajlarla Kapadokya yarışını hatırlatan, benden çok stravamı takip eden:  “Burası sabah 07.00’de bile sıcak ne zaman koşacağım?”  dediğimde “06.00’da koş” deyip, 07.30’da: “Koştun mu?” diye mesaj atan “Canım Meltem”, beni kendim bile fark etmeden yarışa hazırlamıştı.  İyi ki varsın benim ‘Gizli Coach’um, sayende  deniz kenarında ilk defa güneşin doğuşunu seyrederek koşular gerçekleştirdim.

Ankara’daki ekip Kapadokya için yarış antrenmanlarına başlamıştı. Benim henüz yarışa katılma durumum netleşmemişti, kendi kendime “38 km, nasıl yapılır ki?” deyip duruyordum. Hem korkuyordum, hem de çok istiyordum. Böyle karışık gelgitler içinde  Ankara’ya döndüğümüzde Tuz Gölü yarışı olduğunu duydum. Koşuya ilk başladığım zaman bu yarışı öğrendiğimde: “O sıcakta kimse beni orada koşturamaz, kafayı mı yediniz?” demiştim. Çok değil birkaç ay sonra ağustos sıcağında kendimi Tuz Gölü’nde koşarken buldum. Türk Eğitim Vakfı’nın “Kendine Yeten Geleceğe Yetişen Kızlar” projesi kapsamında bağış toplayarak bu yarışın 10 kilometrelik parkurunu tamamladım. Böylece koşucuların hafif (!) deli olduğunu kendimde deneyimlemiştim.   

Eylül ayı gelmişti ve ben hala yarış için karar verememiştim. 38k gözüme çok uzun ve korkutucu bir mesafe gibi geliyordu. Ekiptekiler: “Kayıt ol, kafan rahatlar.”  dediler, baktım ki kayıt olmazsam da aklım kalacak, yaptım kaydı! Tankut üşenmeyip herkesin durumuna göre program çıkarmıştı; benim için de özel bir program yazdı. Başladık antrenmanlara. Haftada 4 gün, bazen sabah bazen akşam; kimi yokuşlu, kimi  hızlı,  kimisi de uzun çeşitli antrenmanlar yaptık. Programa göre her hafta koştuğumuz mesafeler artıyordu. Haftalık toplam 55 km’ye ulaştığımda ben bile inanamıyordum. Antrenmanların yanı sıra beslenme ve uyku düzenlerine de çok dikkat ettiklerini fark ettim. Bu süreçte ekipçe bir arada olmanın motivasyonunu, sinerjisini hep hissettim.

Eylül sonunda Kapadokya’da yarış öncesi kamp yaptık. Kamp sonrası benim yorumum: “Madalya ve tişört de verseniz yarış organizasyonu olurmuş.” oldu. 2 günde toplam 38k ve 1100 metre yükseklik kazanımıyla koşarak yarışın adeta provasını yaptık. Bold Union ekibi yarıştaki yerleriyle aynı yerlerde Check Point (CP)’leri bile düşünmüştü. Bu çok önemli bir detaydı, yarışta cp’lerde ne yiyip içmeli, bize ne iyi geliyor ya da bizi ne rahatsız ediyor hepsini tecrübe etme şansımız oldu. Hatta yarışta giymeyi düşündüğümüz ne varsa (tişört, şort, ayakkabı, çorap vs.) tamamını denememizi, cp dışında alacağımız enerji jellerini de tüketmemizi; etkisini, yan etkisini deneyimlememizi söylediler. Deneyimli ve her türlü bilgiyi paylaşmaya açık insanlarla bir arada olmak büyük bir şanstı. Peri bacalarının, vadilerin içinden geçerek koştuğumuz masal diyarı gibi bir parkurdu. Çok eğlendiğimiz, çok bilgilendiğimiz harika bir kamp oldu.

Kamp sonrası yarışla ilgili epey rahatlamıştım. Zaten neredeyse tamamını koşmuştuk. Artık kafamda birçok şey oturmuştu. Son antrenmanlarımızı da yaptık. Bold Union  yarıştan 2 hafta önce çok faydalı bir teknik toplantı düzenledi. Parkur incelemesi, yarış öncesi ve sırasındaki beslenme önerileri gibi harika bilgilerle bizi donattılar. Özellikle 2. Cp’den sonrasına dikkat etmemizi ve bol su almamızı vurguladılar.

Bu yarışa 75 kişi katıldığımız için, yarış organizasyon firmasından 6 kişinin ücret iadesinin yapılacağını öğrendik. Teknik toplantı sonrasında yapılan çekilişte kazananlardan biri de bendim, bu da benim için ayrı bir   motive sebebi oldu.

Ve aylardır hazırlanılan Kapadokya Ultra Trail yarış zamanı  gelmişti.Yarıştan bir gün önce… Herkes çok heyecanlıydı, yarış kitlerini aldık. Ekiple son  kısa bir teknik toplantı yaptık,  dikkat etmemiz gerekenlerin tekrar üzerinden geçtik ve birbirimize bol şans dileyip ayrıldık. Her yarış öncesi heyecanlanıyorum ama bu seferki daha fazlaydı. 38 Km… Düşündükçe gözümde büyüyordu, bir yandan da “Kendine güven, antrenmanlarına güven!” diye telkinlerde bulunarak uyumuşum.

Yarış sabahı… Start alanına gittik, 63k ve 119k koşan arkadaşlarımız daha erken başlamışlardı. (Nasıl mesafeler onlar öyle diye büyük konuşmamayı artık öğrendim.) İnanılmaz bir kalabalık vardı. Toplamda 64 ülkeden 2540 koşucu katılmıştı. Ekipçe ısındık, son hazırlıklarımızı yaptık, fotoğraflarımızı çektik. Son zamanlarda hep aklımda olan yarışın zamanı gelmişti.  Yarış başladı. Kampta deneyimlediğimiz rotayı  yeniden koşuyordum. Tek bir farkla bu sefer ciddi bir kalabalıkla. 1. CP’ye (11. Km.) kadar kulaklığımı takıp tek başıma koştum. 1. Cp’den su alırken Mehtap ve Merve ile karşılaştık ve beraber çıktık.. Kamptaki anılarımızı konuşurken daha önce koşarken karşılaştığımız gülen suratlı ayva ağacını gördük J 20. km’de bir enerji jeli kullandım.  2. Cp’ye geldiğimizde (24. km.) biraz yorulmuştuk ve güneş sebebiyle sıcaklık ciddi artmıştı. Cp’de biraz atıştırıp soda içtik. “Yanınıza yedek flask alın, bol bol su için!” söylemleri hep aklımdaydı. 2.Cp’den 2 litre suyla çıktım. “Cp’lerde çok vakit kaybetmeyin!” demelerine rağmen farkına varmadan çok vaktimiz gitmişti. Ekipten daha önce koşanların hep vurguladığı ‘yarışın asıl başladığı noktadaydık’. 14 Km- 460 metre yükseklik kazanımı bizi bekliyordu. Birbirimizi motive edip “laktik asit savar dansı” yaparak devam ettik.  30. Km’ye geldiğimizde yorgunluğumuz daha da artmıştı. Bir enerji jelini daha kullandım. Kulaklıklarımı yeniden taktım; “yoruldum” diyen  iç sesimi müziğin etkisiyle susturdum. Son 8 km’deydim ama bitmeyen bir tırmanıştı. Fiziksel ve zihinsel dayanıklılığımı sınadığımı hissettim. Yokuş ve sıcağa karşı;  müzik, ve su ikilisiyle direncimi arttırmaya çalıştım. Yanımıza fazladan su almamızı söyledikleri için ekibi özellikle bu kilometrelerde minnetle andım.  Sona yaklaşıyordum, çok az kalmıştı.

3 km, 2 km, 1 km… derken finişe metreler kala ellerinde davullarla: “Haydi Dileeekkk!” “Bittiii!”  diyerek beni karşılayan, alkışlayan, finişe benimle koşan arkadaşlarım… O desteğiniz hayatımın en unutulmaz anları arasında yerini aldı, güleyim mi ağlayayım mı ne yapacağımı şaşırdığım bir duygu seliydi… İnanılmazdı.

Bitirirken; başta Canım Ailem, destek olan dostlarım, Bold’un bana kazandırdığı en özel ruhlardan, uzakta ama aslında hep yanımda olan “Mor Deli”  Müge, antrenmanlarda beni hep arkalardan toparlayan “My Bold Bro” Ahmet, “Kendini hiç zorlamıyorsun, hadiii!” gibi laflarla o an gıcık etse de bol bol “personal record” yaptıran, çok kıymetli 800k’lik  Hokalarını benimle paylaşan Oray, Zeus Erkan, Ironman Fatih ve aylar önce bu maceraya başladığımda asla hayal bile edemeyeceğim mesafeleri katetmeme yardımcı olan, motive eden, yol gösteren, tavsiye veren, yapabileceğime benden çok inanan, isimlerini tek tek yazamadığım Bold Union’ın tüm güzel insanları: Hepinize çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız.

Bence tüm bu yarışların sonunda kazandığım madalyam: “Sizsiniz”

1 cevap
  1. Erkan
    Erkan says:

    Bold’un Wonder Woman’ı…Seni ve başarını ayakta alkışlıyorum. Harika enerjin ve sevgi dolu kalbimle Bold’un içerisinde her zaman parlıyorsun. Artık hedef ultra yarışlar. Sen bunu da başarırsın 💪

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın