Türkiye’deki birçok koşucu gibi ben de patika koşuları ile Kapadokya Ultra yarışı sayesinde tanışmıştım. 2018’de Kapadokya’da CST (38km) parkurunu koştuktan sonra 2019 Mayıs ayında Romanya’da düzenlenen Transilvanya 100 yarışının 50k, 3500 metre yükselti içeren parkuruna gözüm kapalı atlamıştım. O yarışın nasıl geçtiği ayrı bir hikâye ama sonrasında yurt içinde ve yurt dışındaki patika yarışlarını takip etmeye başladım ve zamanla ağırlıklı olarak patika koşularına kaydım. 

2019’un Ağustos ayının sonunda UTMB düzenleniyordu. Türk katılımcı sayısı oldukça fazlaydı. Sosyal medyada da müthiş bir etkileşim vardı. Ben de o yıl organizasyonun farklı parkurlarında yarışan Türklerin çoğunu, şahsen tanımasam da UTMB web sitesinin üzerinden tek tek takip etmiştim. Müthiş bir heyecandı. Bir haftalık UTMB organizasyonunun tamamı Youtube’dan canlı yayınlanıyordu ve bunu izlemek heyecanı daha da arttırıyordu. Ekranda gördüğüm manzaralar, elitlerin yokuş çıkarken ve inerkenki çeviklikleri, CP’lerdeki seri hareketleri en çok da start ve finish çizgisine gelindiğinde çalan “Conquest of Paradise”dan müthiş etkilenmiştim ve bir sonraki yıl orada olmayı her şeyden çok istemiştim. Hele ki Pau Capell ve Courtney Dauwalter’in finishlerini onlarca defa izledikten sonra bu istek daha da arttı.

UTMB haftasından sonra yarışa katılım için nelerin gerektiğini topluca araştırdık. ITRA puanları ve UTMB kurası ile ilgili her şeyi okuduk. O yıl şansımıza UTMB, CCC parkuru için normalde gerekli olan 2 yarıştan 8 ITRA puanı kuralını, 2 yarışta 6 puana düşürmüştü. 2019 Mayısında katıldığım Transilvanya 100k yarışından 3 puanı cebe koymuştum. Sonrasında da 2019 Ekim’inde Kapadokya’da CMT (63k) parkurundan da 3 puan alınca 6 puan ile CCC kurasına katılabiliyordum. 

Kura zamanı geldiğinde, 11 kişilik bir ekiple OCC ve CCC kuralarına girdik ve heyecanlı bekleyiş başladı. Kuraların açıklandığı gün ve saatte 11 kişilik ekiple ekranların başına kitlenmiştik. Sonuçları gördüğümüzde hepimiz şaşkınlık içerisindeydik. UTMB’ye gidiyorduk ve %10 civarında bir şansla kuranın topluca bize çıktığını da belirtmek istiyorum.

Hemen Chamonix’de kalınacak yeri ayarladık, uçak biletlerini aldık, antrenman programlarını hazırladık ve tam yarış moduna girildi derken Çin’den bazı haberler geliyordu. Pandemi başlamıştı. İptal olan yarışlar, sokağa çıkma yasakları, gelen kötü haberler derken 2020 Mayıs’ında Catherine Poletti, “UTMB’nin 2020 yılında yapılmayacağını” duyurdu. Katılım hakkımızı sonraki 3 yıldan birinde kullanabilecektik. Hayalimizi uzunca bir süre konuşmamak üzere rafa kaldırmak zorunda kalmıştık. 

2020’de UTMB hayali kurarken Türkiye’de bile yarış koşamaz hale gelmiştik. Derken 2021’in başında gerekli önlemler alınarak yarışlar tekrar düzenlenmeye başlandı. Üzerine de Özlem Türeci ve Uğur Şahin hocalarımızın Covid-19 aşısını geliştirmeleri ve aşıların dünya çapında başarılı olması, bizlerin umutlarını biraz yeşertti. 

2021

2021 baharında UTMB’den bir açıklama geldi. Yarış düzenlenecekti. Biz de artık daha fazla beklemek istemedik ve katılım hakkımızı 2021’de kullanmaya karar verdik. Tabii ilk yıldaki 11 kişilik grubumuz, bu sefer bir hayli küçülmüştü. Artık 3 kişi kalmıştık. Oray, Süha ve ben. Oray OCC’de, Süha ve ben de CCC’de koşacaktık ama aşmamız gereken bir problem vardı “AŞI”.  2021 başlarında Türkiye’de sadece Sinovac aşısı uygulanıyordu ve AB ülkeleri Sinovac aşısını kabul etmiyordu. Acaba UTMB hayalleri yine mi bir sonraki yıla ertelenecek derken, Biontech aşıları mayıs başında Türkiye’ye geldi ve biz de aşılanabildik. UTMB yolunda bir engel daha aşılmıştı. 

İlk olarak kalacağımız evi kiraladık ve uçuşlarımızı planlamaya başladık. Mayıs 2021’de Fransa, Türkiye’den gelen yolcular için karantina uyguluyordu ama İtalya’da herhangi bir karantina uygulaması yoktu. Uçak biletleri Milano’ya alındı. İki gün Milano’da kalıp kiralayacağımız araçla Chamonix’e gidecektik. 

Artık antrenmanlara başlayabilirdik. Antrenmanlarımızı daha çok yarışlarla harmanladık. Nisanda Alanya Ultra 28k, mayısta Sapanca Ultra 40k ve Tahtalı Run to Sky 27k, temmuzda Uludağ Ultra  66k yarışlarına katıldık. Ağustosta Süha ile Aladağlarda 3 günlük yüksek irtifa kampı yaptık bunların yanında Ankara’da, Eymir Gölü’nün çevresindeki patikayı hem gece hem de gündüz defalarca turladık. Mükemmel olmasa da yarışa yapabildiğimiz en iyi şekilde hazırlanmıştık. 

Seyahatimizden iki hafta önce, kötü bir haberle daha karşılaştık. İtalya seyahat kurallarını değiştirmişti. Aşılı olsun olmasın İtalya’ya ayak basan herkesin karantinaya girmesi gerekiyordu. Hemen biletlerimizi değiştirmemiz gerekiyordu. Neyse ki Bold’un Seyahat ve Otel ayarlama Başkanı Oray Güngör gerekli araştırmaları yapıp, yarım gün içerisinde uçak biletlerimizi Cenevre gidiş-dönüş olarak değiştirdi. 2 günlük Milano’da kalma planını, Lyon olarak değiştirdik.

Bu sırada da Cenevre Havalimanı’nın hem Fransa hem de İsviçre tarafından ortak işletildiğini öğrenip şaşırmıştık. Chamonix’e gidiş için en iyi havaalanının kesinlikle Cenevre olduğunu söylemek isterim. 

Seyahat öncesinde PCR testimizi yaptırdık, aşı kartlarımızı hazırladık derken bir de Türkiye’nin aşı kartı uygulaması AB uygulaması ile entegre edildi. Artık seyahat ve yarış için hiçbir engel kalmamıştı. O yarış koşulacaktı. 

23 Ağustos sabahı Cenevre’ye uçtuk, pasaport kontrolünde ve seyahatte hiçbir sorun olmadı. Kiraladığımız aracımızı aldık ve Chamonix öncesi 2 gün kalacağımız Lyon için yola çıktık. Lyon’da tamamen Turist modunda 2 gün gezdik. Dağların arasındaki Lyon’un 150 metre rakımda olduğunu öğrendiğimizde çok şaşırdık. Normalde yarışlardan önce rakıma alışmak için yüksek yerlere gidilir, biz ise neredeyse deniz seviyesine inmiştik. Yüksek rakımda geçecek yarışlardan önce uğrayacağınız, kalacağınız şehirler varsa ilk olarak o bölgenin rakımını kontrol etmeyi unutmayın!

2 Günlük Turist modu bittikten sonra artık Chamonix’e doğru yola çıkmamız gerekiyordu. Ertesi gün Oray OCC’de yarışacaktı.  Lyon – Chamonix yolu üzerinde Annecy kasabasına da turistik bir ziyaret gerçekleştirdik ve Annecy’e bayıldık! Keşke orada daha uzun süre geçirebilseydik. Annecy’de 1000 adım attıktan sonra istikamet Chamonix – Mont Blanc.

Chamonix

Chamonix’e giden yolu hala aklımdan çıkaramıyorum. Muhteşem vadilerin arasından geçen, her virajdan sonra gözlerimize inanamadığımız manzaralar sunan bir yoldu… Günün birinde o yolu tekrar bisikletle de geçebilsem… 

O güzel yol bizi sonunda, daha da güzel Chamonix’e getirdi. Chamonix Mont Blanc eteklerindeki bir vadide yer alıyor. Mont Blanc’a baktığınızda gerçekten büyülenmemek elde değil. Hele ki kalacağımız yeri görünce oradan hiç ayrılmak istemedik. 

Ağustos ayının sonunda Türkiye’de hava 40 derecelere yakınken Chamonix’te akşamları dağdan gelen soğuk rüzgarlar nedeniyle kaz tüyü mont giymek gerekebiliyor. Eve yerleştikten sonra artık kit alımı için fuar alanına gitmemiz gerekiyordu. 

Kit Alımı 

UTMB web sitesinde listelenen zorunlu malzemelerin tümünü sırt çantalarımıza doldurduk ve fuar alanına doğru yola çıktık. Chamonix’in merkezinden geçerken o her şeyin başlayıp biteceği finish takını gördük. Artık 2 yıl önce hayal ettiğimiz yerdeydik. O alandaki atmosfer gerçekten inanılmaz. 

Fuar alanına varır varmaz her şeyden önce gözlerimizin aradığı bir stant vardı. Cappadocia Ultra Trail Standı! Hızlıca standı bulduk ve bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Stantta Argeus’tan Ezgi, bize şans için birer tane nazar boncuğu taktı ve kit alımı için spor salonuna uğurladı. 

Kit alımı tamamen bir üretim hattı gibi çalışıyordu, kapıda yarışta kullanacağın çantayı sırtına takman isteniyor bir sonraki istasyonda kimlik kontrolü ve aşı kartı kontrolü, bir sonraki istasyonda göğüs numarasının verilmesi derken, bir anda tüm işlemler bitti. Pandemi sebebiyle zorunlu malzemeler tek tek kontrol edilmiyordu. Zaten aklı başındaki her koşucunun zorunlu malzemeleri çantasında taşıması gerekiyor.

OCC

Kitler de alındıktan sonra artık  tam olarak yarış moduna girmiştik. Oray’ın da dinlenebilmesi için hemen eve döndük. Ertesi sabah Oray erkenden OCC için yola çıktı ve yarışa gitti, öncesinde ise bizim arabayla ulaşabileceğimiz CP’leri ve hangisine ne zaman ulaşacağını öngördüğü saatleri iletmişti, 11:35 Trient; 13:05 Vallorcine, 14:00 Argentiniere. O sabah Süha ile uyandık, güzel bir kahvaltı yaptık artından kahve – çay keyfine başlamıştık ki saate bakmak aklımıza geldi. 11:15!  20 dakika sonra Oray Trient Check Point’e gelecekti ve biz oraya gideceğimize söz vermiştik. Bu arada Trient İsviçre’de.  Hemen arabaya atlayıp yola çıktık fakat Chamonix vadisi trafiğin çok yavaş işlediği bir yer, trafik aşırı yavaş akıyordu. Oray Trient CP’ye 11:39’da girdi. Biz de 11:42’de varabilmiştik. Sonuç; yetişemedik. Hemen bir sonraki CP olan Vallorcine’e doğru yola çıktık ve beklemeye başladık. Bu sefer biraz emniyetli tarafta kalıp erkenden CP’ye ulaştık. Gelen koşucuları alkışladık, tezahürat yaptık. Oray gelmeden birkaç dakika önce Bold instagram hesabından da canlı yayın açtık ki Türkiye’den yarışı takip eden arkadaşlarımızla da bu heyecanı paylaşalım. Yayını açıp önden gelen koşucuları alkışlarken bir de ne görelim, Team Run.bo’dan Mümin yokuş aşağı uçarak geliyordu. Onunla selamlaştıktan sonra arkadan Oray da geldi ve heyecanını paylaştık. Vallorcine’den onu uğurladıktan sonra hemen bir sonraki CP Argentiniere’e gittik  ve son tırmanışına doğru uğurladık. Oray’ın istikameti La Flerige, bizimki finish noktası Chamonix’ti. Son 10 km kalmıştı ve yaklaşık 2 saatlik bir süremiz vardı. 

UTMB’nin o meşhur finish çizgisinde seyirci olarak olmak gerçekten muhteşem bir duygu… Yarışını bitiren koşucuların yüzündeki gülümsemeyi görmek, kucaklarına aldıkları çocukları ile bitiş çizgisini geçmelerini, orada bekleyen eşleri ile kucaklaşmalarını izlemek, tarif edilemez.

Derken Oray, hedeflediği sürede yarışını bitirdi ve Rock Star gibi finish alanına geldi. Onu 3 yıldır tanıyorum ve bu kadar mutlu olduğu bir anı gördüğümü hatırlamıyorum.. Finish’te de Bold IG hesabından canlı yayın açmıştık ve evdeki arkadaşlarımızla onu görüştürebildik. O sırada team Run.bo’dan Bike’nin bir mesajını okudum; “Siz artık yarın ne yapacaksınız ona bakın :)” Gerçekten biz ertesi gün 101 km koşacaktık. Oray’ın işi artık sona ermişti. O anda heyecan basmaya başladı. Oray’ın karnını doyurduktan sonra eve gittik ve stres yüklemeye başladık. 

Yarıştan Önceki Akşam 

Hep beraber eve döndük ve yarış öncesinin klasik yemeği makarnamızı yedik. Süha da ben de artık gerilmeye başlamıştık. Artık havanın  soğukluğu daha da hissediliyor, karın ağrıları başlıyordu. OCC günü hava mükemmeldi. Bir sonraki gün için hava durumunu kontrol ettiğimizde 4-5 derece daha düşük olduğunu gördük. Akşam 1100 metre rakımdaki Chamonix’te hava 7 derece ise  gece çıkacağımız 2000 metrelerdeki Les Tseppes, Col Forclaz ve Tete Aux Vent’te o sırada hava kaç derece olacaktı peki? (Lise 1 fizik dersine göre her 100 metrede sıcaklık 1 ˚C derece düşüyordu.) 

Yemekten sonra yarış çantamızı hazırlamaya başladık. Sabahtan giyeceğim kıyafetleri belirlemiştim. Sense Ride 3 Ayakkabım, alışık olduğum çoraplarım, calf çorabım, salomon sense shortum, nike tişörtüm ve şapkam… Hepsi sıcak hava için uygun kıyafetlerdi. Plan ise basitti. Hava kararmadan önce 55. km’deki Champex-Lac’a ulaşılacak. Orada Oray’la buluşacağız ve gece için kalın kıyafetleri giyip devam edeceğim. Çantama da Oray’la buluşamama ihtimaline karşın zorunlu malzeme ihtiyaçlarını karşılayacak su geçirmez pantolonumu, yağmurluğumu, ince içliğimi ve eldivenimi koydum. 

Enerji için 4 tane jel ve tadını çok sevdiğim Züber lokmalarını koydum. Elektrolit kaybına karşı da Süha ile ortak toplam 8 tane salt stick’imiz kalmıştı. Kardeş payı yaptık ve çantalarımızı hazırladık. Artık yatma zamanı gelmişti. Saat 22.00 gibi yattık, peki ya uyuyabildik mi? Tabii ki hayır. Sabaha kadar nabzım sanki interval antrenmanı yapıyormuşum gibi attı. Toplamda belki 2 saat uyuyabilmişimdir. 

Yarış Günü

Telefonlarımızın alarmları çaldı ve gün gelmişti, o gün bugündü. Bizi Courmayer’e götürecek otobüs 7.10’da kalkacaktı, yarışımız ise 9.00’dan sonra başlayacaktı, kahvaltı için epey vaktimiz vardı. Güzel bir kahvaltı yaptık ama ne kahvaltı. Ne Süha ne de ben tek kelime etmiyorduk. Sadece o gün ne yapacağımızı düşünüyorduk. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, kıyafetlerimizi giydik ve evimizin önünden Oray bizi uğurlamadan önce son bir fotoğrafımızı çekti. Arkamızda görünen Mont Blanc’ın İtalya tarafına gidecektik ve oradan koşarak tekrar Chamonix’e dönecektik. 

Otobüsümüz tam zamanında durağa geldi ve Courmayeur’e doğru yola çıktık. Otobüste bizim gibi kimse konuşmuyor, herkes aşırı gergindi. Mont-Blanc Tüneli’nden geçtik artık İtalya’daydık. Son durağa gelmeden önce şoförümüz de ortamdaki gerginliği hissetmiş olacak ki müziği son sese kadar açtı. Hoparlörlerden “We are the Champions” geliyordu. 

Courmayeur’e indik, hava aşırı soğuktu. Hemen yağmurluklarımızı üzerimize geçirdik ama ne fayda. Hava 9 dereceydi ve dışarda durmak gerçekten mümkün değildi. O sırada UTMB’nin Check Pointlerinden biri olan spor salonunu gördük ve hemen oraya gittik. Oradaki hissiyat da aynıydı, üzerinde CCC Bib’i olan herkesin yüzünden gerginlik okunuyordu. Alandaki 1900 kişi kurbanlık koyun gibi bekliyordu. Yarış saatine kadar orada göreceli sıcak alanda bekledik ve artık start çizgisine doğru yola koyulduk. Süha ile  beraber başlamak istiyorduk fakat o 2. dalgada ben ise 3. dalgada başlıyorduk. Bu alana girerken sıkı bir kontrol vardı ve beraber başlamamız mümkün olmayacaktı. Tam biz ayrılırken; yarışta olan  ‘Ankara Koşuyor’ topluluğundan 3 arkadaşımız Can, İlyas ve Sercan’la karşılaştık. Hep beraber bir fotoğraf çektirdikten sonra Süha ile birbirimize başarılar diledik. Acele etmeyeceğimize, kendimize dikkat edeceğimize dair sözleştik ve ayrıldık.  

Süha 9.15 dalgasında yarışına başladı. Can, İlyas, Sercan ve ben ise 9.30’da başlayacaktık. Yarışa daha önce katılanlardan aldığımız bilgilere göre startta biraz önden başlamak gerekiyordu ki single track’a girilen yerde sıra beklemeyelim. Kenardan kenardan öne doğru ilerlemeye başladık derken bir anda kendimizi en ön sırada bulduk. Start ipini tam olarak ellerimizle tutuyorduk. UTMB’nin yaratıcısı Catherine Poletti geldi ön sıradakilere tek tek başarılar diledi ve artık geri sayım başlamıştı. 

1 dakika, 30 saniye, 10 saniye …. Goo!!! 

“Go” komutunu duyduğum anda koşmaya başladım ki ne koşma sanki yarış 101 km değil de 100 metre. Yarış başlayana kadar olan gerilimden eser kalmamıştı, artık ne olacaksa olacaktı. Courmayeur içinde koşmaya başladık, hafiften şehir içindeki yokuşlar başladı. Start alanındaki İtalyanların tezahüratı, alkışları muhteşemdi. Şehirden biraz çıkmaya başladığımızda işleri ağırdan almamız gerektiğini fark ettik. İlk yokuşlarda Sercan biraz arkamızda kalmıştı. İlyas, Can ve ben ise beraber ilerliyorduk. Tüm yarışı tek başıma koşacağımı düşünüyordum ama onlarla beraber olunca gerginliğim çok çok azaldı. Biraz sonra ise artık meşhur single track’e girmiştik. Artık %10 %20 arasındaki eğimlerde tırmanıyorduk. Eğim çok fazlaydı fakat çıkış aşırı keyifliydi. Dalgalı start sebebiyle yığılmalar çok fazla olmuyordu. Olan yığılmalar da yarışın başında fazla yüklenip kendimizi heba etmememiz açısından faydalı oluyordu. 

Hedefimizde yarışın göreceği ilk zirve vardı. Tete De La Tronche, 9. km’de ve 2584 metre rakımda olan bir nokta. Yarışın heyecanıyla bu çıkış bir anda bitiverdi. Ondan sonra da ilk check point olan Refuge Bertone’ye doğru inişe geçtik. Tete la Tronche’den Bertone’ye inişte öyle bir patika var ki orada koşmazsak, gerçekten herkese ayıp olurdu. Sağ tarafta Mont Blanc’ın heybetli görüntüsü sol tarafta Aosta vadisinin güzelliği önümüzde ve arkamızda ise koşan yüzlerce kişinin güzelliği. Bu kısımdaki iniş akıp geçti, dağın bu tarafındaki patikalar o kadar güzeldi ki yol boyunca tek bir taşa basmadım diyebilirim. 15. km’ye geldiğimizde artık CP’ye varmıştık. Biraz kola, tuzlu bisküvi, su soda alıp devam ettik. Bir sonraki hedefimiz Refuge Bonatti, çok sert olmasa da  artık biraz çıkışa geçecektik. Aynı şekilde yola 3 Ankaralı olarak beraber devam ediyorduk, yokuşlarda koşmasak da kilometreler alıyordu. 

Refuge Bonatti’ye vardık. Oradaki çeşmede sularımızı tazeledik, ağzımıza birer züber attık ve devam ettik. Bir sonraki hedef Arnouvaz Check Point. Arnouvaz, vadinin altında yer alan bir CP ve oraya kadar yine muhteşem güzellikteki başka bir patikadan inmek gerekiyor. Bu arada hala gördüğümüz manzaralara bayılıyoruz. 

27. Km’deki CP’ye geldik. Bu CP’de iyi beslenmek ve dinlenmek, enerji depolamak gerekiyordu çünkü yarışın en zor çıkışlarından ve en yüksek noktalarından biri olan 2537 m rakımdaki Gran Col Ferret’e gidecektik. Karpuz, ekmek, peynir, kola, bisküvi, muz yiyip hep beraber çıkışa geçtik. Grand Col Ferret çıkışı bitmeyen bir çıkış. Teknik olmayan bir patikadan yürüyorduk fakat yol çok dikti. Çıkışa başladıkça rüzgar da esmeye  başladı ve hafif üşüme hissi geliyordu. Yokuşu bu şekilde çıktık ve saat 15.00 gibi Gran Col Ferret çıkışını bitirmiştik. Dağların arasında boğaz konumunda olan bir yer olduğu için, çok fazla rüzgar vardı. Hiç beklemeden diğer taraftan inişe geçtik. Artık İtalya bitmişti ve İsviçre’ye geçmiştik. Bir sonraki hedef La Fouly. 

Gran Col Ferret 31. Kilometrede ve 41. kilometredeki La Fouly’e kadar bir iniş vardı. Ben hafiften koşmaya başladım o sırada Can ve İlyas’la göz göze geldik, onlar biraz daha yavaş gitmek ve parkurun keyfini çıkarmak istiyorlardı, o noktada  ayrıldık. 

La Fouly’e inen patika da çok rahattı ve artık dağın diğer yüzüne yaklaşmıştım.  Her döndüğümüz virajda gene harika manzaralarla karşılaşıyordum. Kendime göre iyi bir tempo tutturup devam ettim. Her şey yolunda gidiyordu. Keyifli bir şekilde 41. km’deki La Fouly’e vardım, live cam’den beni takip eden arkadaşlarıma bir selam gönderdim. CP’de yine ekmek, peynir, kola üçlüsünü yiyip, sularımı tazeleyip artık asıl büyük check pointe Champex-Lac’a doğru yola çıktım. 

Artık saat 17.00 olmuştu ve güneş dağın arkasında kalmıştı, hava hafiften serinlemeye başlamıştı. Hemen arm sleeve’lerimi geçirdim ve yola devam ettim. Champex’e kadar uzunca bir iniş vardı ve gene güzel bir tempo tutturmuştum. Hatta bir ara kendimi kaybedip 5:00 pace’lerin altına inmiştim ki Alman bir koşucu Stefan beni uyardı. “Hey Dostum, çok fazla enerji harcıyorsun!” Haklıydı. Daha yolun yarısına bile gelmemiştik ama ben sanki yarış 5 km sonra bitecekmiş gibi koşuyordum. Stefan’ın yanında da Fransız Bruno vardı. Artık üçümüz beraber koşuyorduk. CCC parkurunda çok ilginçtir ki herkes tamamen koşuya odaklanmış ve kimse konuşmuyordu. İnsanlara bir şey sorduğumda genelde cevapsız kalıyordu. Stefan ve Bruno hariç. Hep beraber Champex’e kadar yola çıktık. Geçtiğimiz köylerden birinde ufak bir İsviçreli çocuk kendince su check pointi yapmış. Sırayla onun elinden birer bardak su içtik, teşekkür edip devam ettik.  Bu arada benim yanlış bildiğim bir şey varmış. Champex’e varmadan önce 400-500 metrelik bir tırmanış varmış. Profili dikkatli incelemediğim için farkında değilmişim. Hafif zor bir çıkış olsa da bir sonraki check point’te Oray’ın olacağını, kıyafetleri değiştireceğimi bilmek ekstra motivasyon oldu ve çıkış aktı gitti. 

Champex’e girerken ilk iş telefonumu çıkarmak oldu ki Oray’a ulaşabileyim ve kolayca bulabileyim. O devasa çadıra girdim ki ilk masayı ayırmış ve bekliyor. Hemen beni oturttu, sularımı tazeledi. Birkaç dilim karpuz aldı getirdi, ben üzerimi değiştirirken getirdiği karpuzları yedirdi, ondan sonra akşam yemeği için kıymalı makarna bulup getirdi. Ekstra kıyafetlerimi verdi. Tam bir destekçi! O sırada Bold IG’den de canlı yayın açmıştık ve evdeki arkadaşlarımla konuşma fırsatım oldu. O kadar kişinin canlı yayını izlediğini görmek, iyi dileklerini okumak harika bir duyguydu. Parkurda yalnız koşuyordum ama gerçekte yalnız değildim. O sırada Champex’in rahatlığına iyice alışmıştım ki Oray’dan bir uyarı daha geldi. “Yemeğini yedin, kolanı, suyunu içtin, kıyafetlerini değiştirdin e hadi artık git!”. Haklıydı, 55. km’deydik önümde hala 46 km’lik bir yol ve 3 tane büyük tırmanış-iniş vardı. Daha fazla zaman kaybetmeden ayrıldım. Bu arada Champex’e beraber girdiğimiz Stefan ve Bruno ile birbirimizi kaybetmiştik. 

Karnımı doyurmuş, uzun taytımı, içliğimi giymiş, tişörtümü değiştirmiştim. Yeni bir yarışa başlıyor gibiydim. Her şey yolundaydı ve hava da henüz kararmamıştı. Bir sonraki hedef 72. km’deki Trient! 

Champex’ten çıktıktan sonra biraz düzlük, ardından hafif bir iniş geldi ve La Giete ara CP’ye doğru tırmanmaya başladık. Artık hava alacakaranlık hale gelmişti ve kafa lambaları yanmaya başlamıştı. Hava tamamen kararana kadar kafa lambamı yakmadım ki pili daha geç değiştirebileyim.  (Belki 10 dakika kazanmışımdır.)

Gece olduktan sonra  işler biraz çirkinleşmeye, hava da serinlemeye başlamıştı ama duraksamazsam üşümüyordum. Henüz yağmurluğun zamanı gelmemişti. Çok zorlamadan yavaş yavaş La Giete’ye doğru yola tırmanmaya başladık. Gece ormanda koşucuların kafa lambalarından başka hiçbir şey görünmüyor. Zaman zaman önünüzde ve arkanızda 1 – 2 km’lik kafa lambası sırası görebiliyorsunuz. 

1800 metrelerdeki La Giete’e geldikten sonra artık Trient’e doğru inişe geçtik. Bu inişte sol bacağımda bir gerilme hissetmeye başladım ve inişte pek zorlamamam gerektiğini fark ettim. Trient’e bir önceki gün geldiğim için artık bildiğim topraklarda olduğumu düşünüyor ve güvende olduğumu hissediyordum. 

Teknik bir iniş sonrası Trient’e geldik. Artık km 72 olmuştu, Son 29 km kalmıştı. Trient CP’de artık saatler 22.00 civarıydı. Çadırda bir DJ vardı! Ben oradayken sirtaki müziği açmışlardı, bazı koşucular dans ediyordu. Gene tuzlu bisküvi, kola muz, ekmek peynir yedikten sonra bir sonraki hedef için yola çıktım. Bir sonraki ana hedef 82. km’de Vallorcine CP. 

Trient’ten çıktık ve 500- 600 metrelik inişten sonra tekrar tırmanışa başladık. Bu tırmanış bir öncekine pek benzemiyordu veya  benim bacaklarım yorulmuştu. Hafif bir tempoyla hiç duraksamadan yukarı doğru yola çıktık ama yokuş bitmiyordu.  İsviçre’den Fransa’ya geçecektik kolay bir yol olmaması gerekiyordu ki, değildi. Bu sefer 2000’li rakımlara çıkıp inmemiz gerekiyordu. Rotanın profilinde yükseğe çıkıp hemen inilecek gibi bir görüntü vardı ama gerçekte durum öyle değilmiş. En yüksek rakıma çıktıktan sonra 3-4 km yatay gidilen bir yol vardı. Artık saat iyice geç olmuş, hava iyice serinlemeye başlamış ve ağaçların olmadığı yerde soğuk rüzgar esmeye başlamıştı. Yağmurluğumu giymem gerekiyordu. Zirvedeki geçiş hattında ilerlerken birkaç koşucunun kenarda kustuğunu gördüm, o da biraz moral bozdu ama neyse ki benim midemde çok bir sorun yoktu. Dört gözle Vallorcine inişini bekliyordum. Ara zamanlama noktası Les Tseppes’ten geçtik, artık Fransız topraklarındaydık. İnişe geçmeye başladığımızda bir problem fark ettim, sol ayağımdaki gerilme iyice ilerlemiş ve göreceli kolay patikalardan çok yavaş inebiliyordum. Attığım her adım acı vermeye başlamıştı. O sırada Champex’e beraber geldiğimiz Stefan başarılar dileyerek yanımdan uçarak aşağı doğru gitti.  Arkadan gelen koşuculara yol verip inişe devam ettim. Parkurun bu kısmından sonraki kısmını bir önceki günden biliyordum. Dik bir teknik patikadan indikten sonra Vallorcine CP’ye ulaştım.

Vallorcine’de km 82 olmuştu önümde 19 km ve son bir çıkış iniş kalmıştı. 19 km nedir ki, kısa antrenmanlarımızı 19 km yapıyorduk. CP’de gene kola, ekmek, peynir, muz yedim, bu sefer farklılık yapıp bir bardak da çay içtim ve  son CP’ye doğru yola çıktım. 

Vallorcine çıkışından sonra 4-5 km düz bir yoldan gidiliyor. Bu kısımda koşabilirdim fakat enerjimi son çıkışa saklamak istedim o yüzden, power hike modunda yürümeye devam ettim. Son çıkışa gelmeden önceki düzlükte, ilerden müzik sesi geliyordu. Duyunca şaşırdım, orada CP olmaması gerekiyordu. Yaklaştığımda fark ettim ki bir grup Fransız, müzik setini ve disko topunu yolun kenarına getirmiş. Bu harikaydı çünkü son çıkış öncesi koşucuların moral ve motivasyona çok ihtiyacı vardı., Önümüzde Tete Aux Vent (2127 m) çıkışı var… 

Çıkışa başlamadan hemen önce bir zamanlama noktası daha vardı ve oradaki görevli, “Haydi, artık son çıkış ve en güzeli!” dedi. Ne dediğini anlamamıştım ama kafamı yukarı kaldırdığında fark ettim. Önümdeki koşucuların kafa lambalarını yukarıda görebiliyordum. Kafa lambaları zikzak halinde adeta uzaya gidiyordu. Yarıştan bir gün önce konuştuğumuz Turgut Abi de parkurun en zor kısmının bu son çıkış olduğunu ve dikkatli olmamız gerektiğini söyledi. O sırada ona hak verdim. Çıkışa başladık, ilk başlarda rahat rahat zikzak halinde çıkılan bir patika vardı ama yarım saat sonra işler çirkinleşmeye başladı, artık patika kalmamış, taşlardan tutunarak tırmanmaya çalışıyorduk. Bu tırmanış hiç bitmeyecek gibi geldi. Bu kısımda tüm koşucular güvenlik için birbirine yakın olmaya çalışıyorlardı. Uzun ve zorlu tırmanıştan sonra artık zirveye çıktık. Saat sabaha karşı 4 olmuştu ve hava gerçekten çok soğuktu. Herhangi bir duraklama yaptığımda üşümeye başlıyordum, o yüzden hiç dinlenme molası vermeden La-Flerige’e doğru devam ettim ama yol boyunca çok söylendim. Profile göre inmemiz gereken yerlerde çıkıyor, iniş olan yeri gördüğümüzde ise roller coaster gibi önce inip sonra çıkıyor sonra tekrar iniyorduk. Son çıkış ve düzlük gerçekten çok zordu. Böyle devam ederken artık La-Flerige’e geldik. Live Cam hala aktifti fakat benim ona bakacak halim yoktu ki sonra videodan da kendimi gördüğüm de zombi modunda yürüdüğümü fark ettim. 

Artık 93. Km’de son Checkpointteydim. Bundan sonrası hep iniş olacaktı. Artık yarış bitmişti. Bu sefer CP’de su ve sıcak çorba içip devam ettim. Bundan sonra hep iniş vardı ama ne iniş!

Kayak pistinden aşağı iniyorduk. Sol ayağımdaki problemden dolayı yokuş aşağı inmek benim için tamamen bir eziyete dönüştü. Ne koşabiliyor, ne de doğru düzgün yürüyebiliyordum. Önceki CP’lerde geçtiğim herkes yanımdan koşarak geçiyor ve moralim bozuluyordu. 1900 metre rakımdan 1100 rakıma, 7 km’de inecektim ve her adımda acı çekiyordum. İnişe bu şekilde devam ediyordum. O sırada artık Türkiye’de de sabah olmuştu ve arkadaşlarımız antrenmanlarına gidiyorlardı. Whatsapp gruplarından beni takip eden arkadaşlarımın mesajlarını görmeye başlamıştım. 7 km’lik bir inişin neden bu kadar uzun sürdüğünü merak ediyorlar ve endişeleniyorlardı. O sırada mesaj yazmaya üşendiğim için bir ses kaydı attım. Son 4 km kaldı, sürünerek iniyorum ama bu iş bitti. Ardından gene güzel destek mesajları geldi ve acılar biraz azaldı. Artık gün ağarmıştı ve iniş de bitmek üzereydi son 2- 3 km kalmıştı. O sırada bana seslenen birinin olduğunu fark ettim. Champex’de ayrıldığımız Bruno da bana yetişmişti, o da benzer hızlarda gidiyordu. “Finish’e beraber girelim mi?” diye sordu, tabii ki! Artık inişler de bitmişti ve Chamonix’e geliyorduk ama son bir tırmanış daha varmış. Bir üst geçit! O kadar uzun süre ayakta kaldıktan sonra üst geçit bile Grand Col Ferret çıkışına benziyor. O tırmanış da bittikten sonra bir köprüden geçtik ve karşımda Oray yine canlı yayın açmış beni bekliyordu. Artık son 1 km kalmıştı. Acı olsa da koşmamız gerekiyordu ve koştuk. O son bir km belki de şu ana kadar koştuğum en güzel bir km idi. Son virajı döndükten sonra Finish çizgisi göründü ve bu iş artık gerçekten bitmişti. Hayatımda yaptığım en zor şeyi bitirmiştim. Bir sonraki challenge’ı planlamayı düşünebilirdim…

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın